İfade Özgürlüğünün Sınırları: ABD ve İngiltere Üzerinden Genel Bir Bakış
![İfade Özgürlüğünün Sınırları: ABD ve İngiltere Üzerinden Genel Bir Bakış](/../images/posts/ifade-ozgurlugunun-sinirlari-abd-ve-ingiltere-uzerinden-genel-bir-bakis.jpeg)
2.BÖLÜM
İfade özgürlüğünün nasıl değerlendirilmesi gerektiğiyle alakalı yolculuğumuzda 2. bölümdeyiz. İlk bölümde özgürlük anlayışımızın teorik boyut tartışmalardan arındırılıp pratik boyutta incelenmesi gerektiğini belirtmiştim. Bunun için kendimce uygun gördüğüm 2 ülkeden birincisi olan ABD örneği üzerinden çeşitli olaylar ve bunların değerlendirilme şekli üzerinden çeşitli kanıtlar sunmaya çalıştım. Sıra ikinci örneğimize geldi.
İngiltere ifade özgürlüğü tartışmalarının oldukça sık yapıldığı bir yerdir ve son zamanlarda bu tartışmalar aşırı derecede alevlenmiştir. Özellikle de son Southport cinayetinden[1] sonra ortaya çıkan isyan sonucu yapılan gözaltılar ve hapis cezaları[2] nedeniyle belirli kesimler tarafından İngiltere, İngiltere’nin otoriter bir yola saptığına dair düşüncelerden dolayı sert bir şekilde eleştirilmiştir. Mesela tartışmalı yazılarıyla tanınan Ayaan Hirsi Ali, The Spectator’da yayınlanan bir yazısında İngiltere’de ifade özgürlüğünün öldüğünü belirtmiştir.[3] Peki bu sahiden gerçekçi bir bakış açısı mıdır?
Burada belirli soruların sorulması önem arz etmektedir, ifade özgürlüğünün ölmesi ne demektir? Yazar burada İngiltere’nin artık diktatörlük rejimine dönüştüğünü mü ilan etmektedir? Şayet gerçekten de böyle bir durum varsa neden çoğu insan İngiltere’yi Çin, Kuzey Kore, Suudi Arabistan gibi ülkelerle otoriterlik seviyesi bakımından aynı konuma koymamaktadır? Neden biz İngiltere’nin hiçbir şekilde sürekli olarak gazeteci veya yazarlarının hapise atıldığıyla alakalı haberlerini görmemekteyiz? Mesela 2021 yılında Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) yaptığı araştırma sonucunda ortaya çıkan tablo aşağıdadır[4]:
Tablodan da anlaşılacağı üzere İngiltere’nin herhangi bir gazetecisi şu an hapishanede bulunmamaktadır. İfade özgürlüğünün öldüğü bir ülke için şaşırtıcı bir durum gibi gözükse bile belirli şeyleri gözden kaçırmamamız gerekir. İlk olarak hapishanelerde az sayıda gazetecinin bulunması o ülkede gazeteciliğin iyi bir şekilde yapılabileceği anlamına gelmemektedir zira gazetecilere karşı tek bir baskı yöntemi bulunmamaktadır. Mesela önemli bir süre gazeteciler gözaltında tutularak bıktırılabilir ya da hedef gösterilerek gazetecilerin hayat kalitesi oldukça düşürülebilir. Bunun dışında bu raporlar sene sonunda hala hapishanede kalan gazeteciler üzerinden hazırlandığından, gazetecilerin kısa da olsa hapiste yatması göz ardı edilebilmektedir. Bu tip baskılar aynı zamanda dolaylı bir etki de yaratmaktadır. Bu baskıları gören birçok gazeteci kendisine otosansür uygulamakta ve gazetecilerin yaptığı haberler belirli sınırlar dahilinde gerçekleşmektedir. Peki hiçbir gazetecisi hapishanede olmamasına rağmen İngiltere de bu ülkelerden biri olabilir mi?
Önceki bölümde de belirtildiği üzere ifade özgürlüğü tek bir yönden değerlendirilemediğinden ötürü bunu değerlendirmek için çeşitli kıstaslar üzerinden genel bir yorum yapmamız gerekmektedir. İngiltere değerlendirme sürecinde ABD’ye göre daha farklı bir konuma sahiptir çünkü İngiltere belirli konularda insanları, sırf nefret dolu sözlerinden bile cezalandırabilmektedir. Fakat burada dikkat çeken bir nokta bulunmakta, İngiltere spesifik bir kategoride birçok insanın ofansif bulduğu ve kınadığı bazı söylemleri hiç cezalandırmazken bazılarını ise cezalandırabilmektedir. Burada bir çifte standart ilkesi neden söz konusudur? Bütün bunları anlamlandırabilmek için detaylı bir inceleme yapmamız gerekmekte. Bu yazı ABD bölümünden biraz daha farklı olacaktır. Çünkü ABD’nin aksine İngiltere’de her konu için geçerli olmasa da, kamuyu ilgilendiren bazı konularda hakaret yasaları devreye sokulabilmektedir ve bu hakaret yasalarının uygulanış biçimi de çoğunluğu korumaktan çok azınlığı korumaktır. Azınlıkları korumak için yaptırım uygulamak yeni bir moda sayılabilir ve birçok Avrupa ülkesi dışında çoğu ülkede de bu yasalar çoğunluğu korumak adına kullanılmaktadır. Şimdi bu çeşitli hakaret yasalarının ne derecede sınırlara sahip olduğunu ve nasıl uygulandığını inceleyelim.
Hakaret yasaları birçok ülkede politikacıların kendilerini eleştirilemez hale getirmek için kullandığı bir araç haline gelmiştir. Peki İngiltere’de de bu böyle midir? Görünene göre pek öyle değil. Ünlü İngiliz müzisyen Neil Gallagher The New Cue ile yaptığı röportajda, pandemi sürecindeki yönetimini beğenmediğinden ötürü eski İngiltere başbakanı Boris Johnson’a s*ktiğimin aptalı diye küfür etti [5]
Yine aynı şekilde benzer bir hakaretin başka bir sebepten ötürü şu an ki İngiltere başbakanı Keir Starmer’a yapılabildiği de gözlemleniyor.[6]
Tabii İngiltere’de siyasi aktörler denince akla sadece başbakanlar gelmemelidir. İngiltere’de kraliyet ailesi siyasette sembolik bir etkiye sahip olsa da monarşinin kaldırılmasını protesto eden birçok kişiye rağmen hala hatırı sayılır İngiliz tarafından kraliyetin varlığı saygıdeğer bulunmaktadır.[7] Peki bütün bu saygı onları eleştirilerden azade kılıyor mu?
İngiliz gitarist Robert Smith’in hakaretini göz önüne aldığımızda, kraliyet ailesinin bile ağır eleştirel tutumlardan kaçamadığını görmekteyiz[8]
Örneklerden de anlaşılacağı üzere İngilizler, siyasi makamları eleştirmek söz konusu olunca bunu oldukça sert bir şekilde yapabilmektedir ve bundan dolayı herhangi bir yaptırımla karşı karşıya kalmamaktadır. Dolayısıyla İngiltere’nin ifade özgürlüğü açısından bu konuda dünyadaki birçok ülkeden ileride olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu durum hakaretle alakalı davaların olmadığı anlamına mı gelmektedir?
2005 yılında ilginç bir olay yaşandı. Oxford Üniversitesi öğrencisi Sam Brown, üniversite sınavlarının bitmesinden ötürü bir kutlama yaptığı sırada yanlarından geçen bir polis atına “gay” dediği için rahatsızlık yaratma gerekçesiyle gözaltına alındı ve £80 para cezası aldı. Polis tarafından uyarılan Brown, aynı ifadeyi tekrarlayınca destek çağrılarak kelepçelendi ve bir ekip aracıyla karakola götürüldü. Brown, ertesi sabah serbest bırakıldı ancak karara itiraz etmek için bir avukat tuttu. Açıklamasında, “Bu ifadeyi neden kullandığımı bilmiyorum, sadece devasa iki polis atı gördüm ve birine ‘gay’ dedim, küfür etmedim diyerek ifadesinin suç teşkil etmediğini savundu. Arkadaşlarından birinin de eşcinsel olduğunu ve kendisine alınmadığını belirten Brown, at için bu ifadeyi kullanmanın homofobik olmadığını düşündüğünü söyledi.[9] Polisler Sam Brown’ın 80 sterlini ödemek istememesinden ötürü olayı mahkemeye taşımak istese de, Oxford Sulh Ceza Mahkemesi’nin Savcılık Servisi bu ifadenin asayişsizlik yarattığına dair herhangi bir delil olmadığını savunarak davayı düşürdü.[10]
Bir başka benzer olay da 2008 yılında yaşandı. Londra’da, Scientology Kilisesini “tarikat” olarak tanımlayan bir pankart taşıyan 16 yaşındaki bir genç, polisin uyarılarına rağmen pankartını kaldırmayı reddettiği için mahkemeye çıkarılmakla karşı karşıya kaldı. 10 Mayıs günü kilisenin Londra’daki merkez binasının önünde, Anonymous adlı Scientology karşıtı grubun düzenlediği bir protestoya katılan genç, “Scientology din değildir, tehlikeli bir tarikattır” yazılı pankartı nedeniyle polis tarafından durduruldu. Polis, pankartın kamu düzeni yasasının 5.maddesini ihlal ettiğini söyleyerek uyarıda bulundu, ancak genç bu yasağın gereksiz olduğunu savunarak pankartını kaldırmayı reddetti. Hakkında yasal bir işlem başlatılmasına rağmen gencin mahkemeye çıkarılması savcılık tarafından ifadenin hakaret içermediği gerekçesiyle engellendi.[11]
Bu iki olayda da görüldüğü üzere hakaretler sonuç olarak bir cezai yaptırımla sonuçlanmamasına rağmen insanlar açısından sıkıntı yaratma potansiyeline sahip olmuştur. Bunun en büyük sebebi kamu düzeni yasasının 5.maddesidir:[12]
Bu yasaya göre hakaret içeren sözlerin de cezalandırılabilmesi İngiliz polislerin birçok kişiyi hakaretten ötürü suçlamasına neden olduğundan İngiltere’de bu yasa ciddi şekilde eleştirilmeye başlandı ve ifade özgürlüğünün önünde büyük bir engel olarak görüldü. Bu tartışmalardan ötürü 2013 yılında yapılan bir düzenleme sonucunda yasanın içerisinde yer alan “insulting” kısımları kaldırıldı.[13]
Bu kısımların kaldırılmasına rağmen kamu düzenini bozduğu düşünülen bazı sözler yine de cezalandırılabilmektedir. Fakat doğası gereği yorumlanması oldukça zor olan ifadelerin gereksiz tutuklamalar yaratması elbette ki ciddi tartışmalar yaşanmasına neden olmuştur. Bunlardan bir diğeri olan blasphemy (dine hakaret) ile ilgili nasıl yaptırımlar uygulandığına göz atmamızda fayda var.
Blasphemy ile ilgili son kovuşturmanın yapıldığı 1977 yılına gidelim. 1976’da Gay News dergisinde yayımlanan James Kirkup’un “The Love that Dares to Speak its Name” adlı şiirinde, Hz. İsa’nın bedenine duyulan erotik sevgi, bir Romalı asker perspektifinden anlatılmıştı. Şiir, İsa’yı çarmıha gerildiği sırada fiziksel çekiciliğiyle betimlemekte, bedeni ve çekiciliği üzerine duyulan arzuyu ifade eden imgeler kullanmaktaydı. Bu içerik, dini figüre saygısızlık olarak değerlendirildiği için Mary Whitehouse tarafından dine hakaret gerekçesiyle dava konusu yapıldı. 1977’deki davada, Gay News Ltd. ve editörü Denis Lemon suçlu bulundu. Dergi 1.000 £, Lemon ise 500 £ para cezası aldı ve dokuz aylık hapis cezası ertelendi. Lemon ve dergi karara itiraz etse de 1978’de temyiz mahkemesi hapis cezasını bozmasına rağmen para cezalarını onadı. Lordlar Kamarası’nda yapılan nihai temyiz duruşmasında ise, küfür suçlamasında “niyet” şartının aranmadığı sonucuna varıldı.[14]
2002 yılında aynı şiir Londra’da protesto amaçlı okundu. Blasphemy yasasının varlığına rağmen polis hiç kimseyi tutuklamadı. Bu da teoride yasanın varlığına rağmen pratikte işlerliğinin olmadığı anlamına geliyordu. 2008 yılında ise bu kanun tamamen kaldırıldı.[16]
Yasanın kaldırılması ile birlikte aşırı incitici sayılabilecek hareketler bile herhangi bir kovuşturmayla sonuçlanmadı. Mesela 2017 yılında İngiltere’de bir haham ve siyasi figür olan Shneur Odze, Hem Eski Ahit hem de Yeni Ahit’i içeren bir İncil’i yakıp sosyal medyada paylaşarak büyük tepki topladı. İddiaya göre, bu kitabı Manchester’daki sinagogunda bulmuş ve bunun Yahudi cemaatine Yahudiler için önemli bir gün olan Fısıh Bayramı zamanında gerçekleşmesi sebebiyle Hristiyanlık propagandası yapmak amacıyla bırakıldığına inanmıştı. Bu nedenle, kitapta hem Yahudi kutsal metinleri hem de Hristiyan Yeni Ahit’i olması onu rahatsız etmişti. Olay çok fazla yankı uyandırmasına rağmen herhangi bir tutuklama gerçekleşmedi.[17]
Görüldüğü üzere İngiltere’de hem politik hem dini meselelerde bazen sorunlar yaşansa bile genel olarak ifade özgürlüğünün korunduğu görülmektedir. Burada 3 husus gözümüze çarpmaktadır. Birincisi, ifade özgürlüğünü engelleyen kanunların bulunması her ülkede eşit derecede sıkıntı yaratacağı anlamına gelmemektedir. Blasphemy örneğimizde de değindiğimiz üzere 1977 yılında ceza alan bir şiir 2002 yılında aynı kanun yürürlükte olmasına rağmen toplumsal değişimden ötürü hiçbir yaptırımla karşılaşmamıştır. Ama aynı kanuna sahip Pakistan, 2024 yılında dine hakaretten ötürü bir genci ölüm cezasına çarptırmıştır.[18] İkincisi, İngiltere’de ileride daha da detaylı göreceğimiz üzere çoğunluğun desteklediği değerlerden ziyade azınlığın değerlerine karşı yapılan ifadesel saldırıların cezalandırılmaya daha müsait olmasıdır. Mesela aşağıda da görüldüğü üzere Birleşik Krallık bayrağını yakmak suç olarak nitelendirilmemektedir.[19]
Üçüncüsü, her ne kadar ifadelere mümkün mertebe ifade özgürlüğü çerçevesinde yaklaşılsa da yorum yapılmasının zorluğu bunu engellemektedir. Bu sadece İngiltere için de geçerli değildir. İrlanda’da 2017 yılında yaşanan bir olayda ünlü komedyen Stephen Fry’a Tanrı’yı bencil ve aptal olarak nitelendirmesinden ötürü kendisine hakkında soruşturma açıldı. Dava sonucunda Fry yeterince kişiyi öfkelendirmemesi sebebiyle hiçbir ceza almasa da bu durum İrlanda’da ifade özgürlüğü tartışmalarını alevlendirdi. 2018 yılında alınan bir kararla İrlanda blasphemy kanununu kaldırma kararı aldı.[20] Dolayısıyla hakaretlerle alakalı herhangi bir kanunun varlığı bahsettiğimiz konularda problem yaratmasa bile İngiltere gibi ifade özgürlüğünü öncelemeye çalışan bir ülkede bile özgürlüğü baltalamada önemli bir yere sahip olmaya devam etmektedir. Bunların arasında son zamanlar için en önemli konu nefret söylemleridir. Zira bu söylemlerin cezalandırılabilmesi ayrımcılık yaşanmamasını sağlamak kaydıyla özgürlüğün korunması adı altında meşrulaştırılmaktadır. Şok edici ifadelere tahammül anlayışımızdan başka bir noktaya işaret eden bu görüş, bu tip ifadelerin daha kolay cezalandırılmasına yol açma potansiyeline sahiptir. Peki İngiltere bu konuda nasıl bir tavır takınmıştır? Açıkçası karmaşıktır ve ifade özgürlüğü üzerinde bir sıkıntı yarattığı kesindir. Fakat bu sıkıntının derecesi abartılmaktadır. Birkaç olayı incelememiz bize daha iyi fikir vereceğinden belirli örnekler üzerinden yorumlamaya çalışalım.
İslamofobik tweet attığı gerekçesiyle hapse atıldığı iddia edilen bu kişiyi inceleyelim. Sosyal medyada bu tip ifadeler bizim sıklıkla karşımıza çıkmaktadır ve bu olay belirli kişiler tarafından İngiltere’de özgürlüğün sona ermesi olarak yorumlanmaktadır. Sadece İngiltere için de bu durum geçerli değildir. Birçok Avrupa ülkesinde de buna benzer haberlerle karşılaşmaktayız. Peki yargılanan ve 20 ay hapis cezası alan bu adam gerçekten sadece İslam dinini veya müslümanların kültürel yaşamını eleştirmekten mi bu cezayı almıştır? Sadece haber başlığını okumakla bunu anlayamayız.
Haberde de görüldüğü üzere Rhodenne Chand 32 tane Müslümanları ilgilendiren tweet atıyor ve bu tweetlerde Müslümanlara saldırmayı, camileri bombalamayı teşvik ediyor, bununla da yetinmeyip bir Müslümanın boğazını kesmek istediğini belirtecek kadar da ileri gidiyordu.[21] İlk bakışta basit bir din veya kültür eleştirisi gibi görülen ifadeler aslında tamamiyle tehditkar ve nefret doluydu.
Bir başka örnek İsrail ve Hamas arasındaki çatışmadan dolayı antisemitik bir gönderi paylaştığı iddia edildiği için 15 ay hapse mahkum edilen başka bir adamdan geliyor.[22] Önceki örnekte de gördüğümüz üzere burada da ilk akla gelen şey basit bir eleştirinin ciddi hapis cezasına dönüşebilmesi. Fakat adamın ne gibi söylemlerde bulunduğunu incelediğimizde aklımıza gelen ilk şeyin ne kadar yanlış olduğunu gözlemlemekteyiz.
Yukarıda da görüldüğü üzere adam Yahudilerin gazla öldürülmesine göndermeler yapan paylaşımlar yapmış, İsrail’in yeryüzünden silinmesi gerektiğini belirtmiş ve nazi sempatizanı olduğunu gösteren de birçok harekette de bulunmuş.[23] Dolayısıyla bu ifadenin de basit bir eleştiriden öte olduğunu net bir şekilde gözlemlemekteyiz.
Peki bu eleştiriler ne ayarda yapılabiliyor? Pink Floyd’un solisti Roger Waters’ın İsraillilerin soykırım yaptığını söylemesine, tüm insan ırkından özür dilemeye çağırmasına ve İsraillilerin geldikleri yere geri dönmelerine söylemesine bakıldığında eleştirilerin abartıldığı kadar da kısıtlanmadığını görebilmekteyiz[24] Aynı şekilde The Sun gazetesinde İngiltere’de yaşayan Müslümanların problemli bir kültüre sahip olduğunu belirten bir yazıya [25]karşı herhangi bir yaptırım uygulanmadığını da gözlemlemekteyiz.
Tabii bu durum her zaman böyle olmak zorunda değil. 2019 yılında trans kadınların kadın olup olmadığını twitter’da sorguladığı için bir polis memuru tarafından sorguya tutulan Harry Miller bu durum karşısında şok olarak Orwellian olarak tanımladığı polisten şikayetçi oldu.[26] Şikayeti sonucunda mahkemede polisin davranışının ifade özgürlüğü üzerinde soğutucu bir etki yaptığı kabul edildi[27]
Bunun dışında bir başka örnek ise komediye sansürün bir örneğini oluşturuyor. Mark Meechan kız arkadaşının köpeği Buddha’ya Nazi selamı vermeyi ve “Yahudileri gazlayın” gibi komutlara tepki vermeyi öğrettiği bir videoyu YouTube’da paylaştığı için £800 para cezasına çarptırılıyor. Bunun sebebini ise tehdit içerikli ve antisemitik olmasına bağlıyor. Meechan bunu yalnızca şaka amaçlı yaptığını savunsa da mahkeme, ifadenin ağır şekilde saldırgan olduğunu vurguladı. Ünlü komedyen Ricky Gervais, bu kararın ifade özgürlüğüne aykırı olduğunu savunarak Meechan’a destek verdi ve “Eğer bir kişinin ‘aşırı derecede saldırgan’ bulacağınız şeyleri söyleme hakkına inanmıyorsanız, o zaman ifade özgürlüğüne inanmıyorsunuz demektir.” şeklinde tweet attı.[28]
Sonuç
İngiltere’nin ifade özgürlüğü konusunda problemler yaşamadığını iddia etmek çok ciddi bir iddia olacaktır çünkü insanlar hala ifadelerinden ötürü dava yeme riskiyle karşı karşıya altındadırlar. Bu durum hakaretlerin, incitici ifadelerin, kamu düzenini sağlamanın nasıl sağlanacağının yorumlanmasının zorluğundan kaynaklanmaktadır fakat örneklerden de görüldüğü üzere bu yasaların varlığı zorunlu olarak insanların her ifadelerinde kendilerini yargıda bulacakları anlamına gelmemektedir ama yine de bu yasalar ifade özgürlüğü önünde ciddi bir tehdit olarak karşımızda bulunmaktadır. Ayrıca durum Ayaan Hirsi Ali’nin belirttiği kadar da kötü değildir. Hala birçok konuda İngiltere’de insanlar diğer ülkelere nazaran kendilerini sorunsuz bir şekilde ifade edebilmektedir. Özgür bir şekilde ifade edilemeyen konularda bile ceza alınsa bile alınan ceza Ortadoğu ve Afrika ülkelerinin yanında oldukça basit kalmaktadır. Toplumsal baskı maalesef bir problemdir ve İngilizlerin yüzde 60’ı kendilerini özgür bir şekilde ifade edemediklerinden yakınmaktadır[29] Bu durum da ayrıca çözülmesi gereken bir problem olarak karşımızda durmaktadır. Sonuç olarak ilk bölümdeki Abd örneğimizden de hareketle şöyle bir yorum yapabiliriz. Yasaların istismar edilmesi her ne kadar ülkeden ülkeye değişse de, istismar edilmeme olasılığının oldukça düşük olduğu görülüyor. Aynı zamanda amacın bu tip ifadelerin dile getirilmesini azaltmak olduğunu da düşününce de işe yaramadığı da gözlemlenmekte. Dolayısıyla kamuya katkı sağlayacak konuşmaların da boş yere önü tıkanılmış olmakla beraber bu tip yasaların kaldırılmasının uzun vadede her ülkenin faydasına olacağı kanaatine varabiliriz.
Kaynakça
- BBC’nin İngiltere Haberleri Makalesi
- İngiltere’deki Protestolarda 1000’den Fazla Tutuklama
- İngiltere’de İfade Özgürlüğünün Sonu
- BBC Türkçe Dünya Haberleri
- Noel Gallagher’ın Boris Johnson Eleştirisi
- Pub Sahibinin Labour’un Sigara Yasağına Tepkisi
- Monarşi Hakkında Kamuoyu Araştırması
- Robert Smith’in Kraliyet Ailesi Hakkındaki Görüşleri
- Oxford’da Öğrenciye ‘Gay At’ Yorumu Cezası
- BBC Oxfordshire Haberleri
- Din Konulu Guardian Makalesi
- İngiltere Kamu Düzeni Yasası
- BBC İngiltere Siyaset Haberleri
- Dini Hakaret Davası Tarihi
- Peter Tatchell’in Din Özgürlüğü Yazısı
- İngiltere’de Dini Hakaret Yasalarının Kaldırılması
- UKIP Adayı ve Ortodoks Yahudi Hahamı Olayı
- BBC Asya Haberleri
- İngiltere’de Bayrak Yakma Yasası
- İrlanda’nın Dini Hakaret Yasağını Kaldırması
- Manchester Saldırısı Sonrası İslamofobik Paylaşımlar
- Leeds BBC Haberleri
- Nazi Sempatizanının Sosyal Medya Paylaşımları
- Roger Waters’ın Hamas Açıklaması
- The Sun Yazarı Hakkındaki Basın Şikayeti
- BBC Humber Bölgesi Haberleri
- BBC Lincolnshire Haberleri
- BBC Glasgow Haberleri
- İngiltere’de Demokrasi Araştırması