Liberteryenizm, Fayda ve Etik
![Liberteryenizm, Fayda ve Etik](/../images/posts/liberteryenizm-fayda-ve-etik.webp)
Etik dediğimiz kavram, insan davranışlarının iyi veya kötü şeklinde değerlendirilmesi şeklinde tanımlanabilir. İyi olan nedir ve bunu niçin yapmalıyız gibi sorular ahlak felsefesinin temel soruları olmuştur. Bu yazıda etiği fayda kavramıyla iç içe inceleyip özgürlüğün etiğinden bahsedeceğim.
İki tür etik anlayışı vardır. Biri normatif; yani emredici ahlak, diğeri ise deskriptif yani açıklayıcı ahlak. Emrediciye örnek olarak dinler veya kant ahlakı örnek verilebilir. Deskriptif ahlak var olan durumu açıklayan bütün ahlak sistemlerini kapsar. Normatif ahlak sistemlerinde iyi ve kötünün ne olduğu kesin çizgilerle belirlenmiştir. Deskriptif ahlakta ise bu değişkendir ve belli noktalar vurgulanarak içinde bulunduğumuz durumun ne olduğu açıklanır. Deskriptif ahlaka dahil hiçbir ahlak sistemi sanki normatif ahlakmışçasına “şunu yapmalısın çünkü…” ile başlayan cümleler kuramaz. Öte yandan normatif ahlak sistemleri bu yazının konusu değil. Konumuz şimdi faydacılık.
Öncelikle faydacılık dediğimde neyi kastettiğimi ifade edeyim. John Stuart Mill, iyi ve kötü kavramlarının değişken olduğunu, iyi kötüyü toplumun faydası olan şeye göre ölçmemiz gerektiğini ileri sürdü. Bu düşünce biçiminde bir kişiyi mutsuz etse bile toplumun çoğunluğuna yarayan eylemler otomatik olarak “iyi” oluyor. Örneğin; 10 kişiyi kurtarmak için 1 kişiyi feda etmek faydacı felsefede kesinlikle yapılması gereken bir eylem. 10, 1’den büyük olduğu için 1 kişiyi feda etmemek sizi “kötü” yapar ancak her zaman bu kadar kolay olmayabiliyor. Mesela, ilk örneğimizdeki feda edilen kişinin binlerce insanın hayatını kurtarma ihtimali olan bir doktor olduğunu varsayalım. Bu sefer o kişi binlerce kişiyi kurtarabileceğinden 5 kişinin ölmesini seçebiliriz. Ancak doğada olaylar hiçbir zaman bu kadar kesin ve kolay değil. İyi ve kötüyü uzunca gözlemleyip matematik kullanarak ölçmek ve ona göre eylem almak, her zaman mümkün olmayabiliyor. Olsa bile, ahlak felsefesinin esas sorusu burada da karşımıza çıkar. Niçin çoğunluğun yararı azınlığınkinden önce gelir ? Her şeyi geçtim, neden “doğru” olan şey bu olsun. Normatif bir ahlak sistemi paylaşmadan başkasına “şu yaptığın yanlış” deme hakkınız yok. Vereceğiniz her örneğe “neden bu yanlış olsun?” diyebilirim. Kolektif yararı gözeten şey otomatik olarak “iyi” falan olmaz. “İyi” var mıdır yok mudur, nasıl ulaşılır? Orası meçhul. Ancak objektif bir iyilik anlayışı var olsa bile insanlar buna göre yaşamak zorunda değiller. Objektif iyilik bile her zaman kişilere fayda sağlayan eylemlerle uyuşmaz. Yani gerçeği bilip ona göre yaşamak veya yaşamamak da bir keyfiyet.
Ancak görüldüğü gibi Mill’in geliştirdiği faydacılık felsefesinde iyi ve kötü kolektif yarara göre ölçülüyor. “Neden?” sorusunu sormak da en büyük hakkımız. Normatif bir inanç sistemi olmadan(ve bana göre bu sistemi temellendiren tanrı olmadan) iyi ve kötü kavramlarının tanımı tamamen keyfidir. Belli sebepler öne sunulur ve o sebeplerden hareketle etik yargılarda bulunulur. İnsanı mutlu eden veya toplumsal fayda sağlayan şeylere “iyi” dememiz için bir sebep yok. Bunu göz önünde bulundurarak etik kavramının altının ne kadar boş olduğunu düşünmenizi rica ediyorum. Niçin o şekilde değil bu şekilde davranmalıyız sorusunun ancak bireysel faydaya dayalı cevabı olabilir. İnsan yalnızca kendisine fayda sağlayan eylemleri yapar. Bu iddialı bir cümle ancak fayda sağlamak ile mutlu olmayı birbiriyle karıştırmamak gerekir. Açıkça kişiye fayda sağlayacak bir şeyi; değerlerinden, ahlak anlayışından veya kabul ettiği bir öğretiden dolayı reddediyorsa, bunun sebebi yalnızca bu saydıklarıma bağlılıklarından ötürü huzursuzluk hissiyatından kaçınmaktır. Kariyer ve aile arasında kalıp ailesiyle kalmayı seçen bir insanı düşünelim. Bu kişi ailesini kendi çıkarının önüne koyduğu için düşük bir insan değil. Ailesiyle kalmayı seçiyor, ailesinin mutluluğunu kendisininkinin önüne koymuş da olabilir. Buna “yanlış” dememiz için bir sebep yok. Belki çok büyük fırsatı kaçırdı ancak mutlu olacağını düşündüğü için ailesiyle kalmayı seçti. Bu insanların kendi kafasındaki önem hiyerarşisine göre değişiklik gösterir.
Liberteryenizm Özelinde Etik
Peki bunun liberteryenizmle ne ilgisi var? Şöyle ki dünyadaki devletlerin yasaları, o ülkede yaşayan herkesin belli ahlaki ilkeleri paylaştığı varsayılarak yürütülür. Mesela din ile yönetilen devletlerde de dinin karar verdiği iyi ve kötü tanımları vardır ve orada yaşayan herkes, dinin emrettiği etik anlayışa göre yaşamak zorundadır. Veya direkt zararlı veya zararsız, kişilerin kendi özgürlüklerini kısıtlayan yasaları düşünelim. Hakareti suç olarak gören yasalar da bir örnek olabilir. Ve buna temel olan şey de “ortak iyi ve kötü” anlayışıdır. Serbestiyet, objektif olarak bütün bireyler için gönüllülüğe dayanmadan “iyi” ve “kötü” kavramlarına karar veren bir otoriteyi reddeder. Bu tanımları insanlar kendileri koymalı. Her insanın iyiye ve kötüye kendisi karar vermesi, herkes bu konuda farklı anlayışlara sahip olduğundan ötürü en faydalısı olacaktır. Gönüllülük esaslı kendi değerlerini benimsemiş yasalara tabi olmaktan söz ediyorum. Kısaca herkes için ortak ve mutlak “iyi, kötü” kavramlarının varlığı rızaya dayanmayan bir otorite gerektirir. Diyelim bütün insanlık olarak objektif iyi ve kötünün ne olduğunu öğrendik. Bunlara uymamayı seçmek de bir seçenek olarak her zaman var. Çünkü daha önce dediğim gibi herkesçe emin olunsa bile objektif etik gerçeklere uymak da bir keyfiyettir. Devletlerse bütün vatandaşlarına çoğunluğun etik yargılarını dayatır.
Peki ben bu cümlelerimde “otorite gerektirir” lafını kullanıp direkt olarak onun “kötü” olduğunu mu belirtmeye çalışıyorum? Otorite gerektiren şey, özgürlüğe aykırı olan şey neden direkt kötü olsun? Burada ünlü özgürlükçü filozoflarla bile ters düşen görüşlerim var o yüzden dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum. Mesela Ayn Rand da Rothbard da, serbest piyasanın ve kendilerince farklı sınırlara sahip olsa da özgürlüğün etik temelini oluşturan isimlerdir. İkisi de benzer konulardan yola çıkıp farklı sonuçlara vardırlar. Ayn Rand sınırlı devleti savunurken Rothbard tam bir serbest piyasa anarşistiydi. Buradaki önemli nokta ise, ikisinin de doğal haklara dayanan etik teoriler ortaya çıkarmaları. Bir bakıma insan doğasını bir kalıba sokup ona özgürlükçü de olsa etik yargılarda bulunmuşlardır. Ancak insan doğası diye bir şey var olsa bile, ona göre yaşamamak da özgürlük kapsamındadır. Bu filozofların bahsettiği sistemler (Objektivizm, NAP, vs.) insan doğasına gereksiz etik dayatmalardır. Rothbard’a göre özgürlükle, Rand’a göre bencillikle bağdaşan şeyler etik doğrulardır. Ancak tekrardan aynı soruyu sorabiliriz. Özgürlüğe aykırı olan her şey “kötü” müdür? Bunu kabul edersek “kamu yararı bireysel yarardan üstündür” ön kabulüyle hareket edenlerden felsefi açıdan hiçbir farkımız olmaz. Bu da “Neden?” sorusunu cevapsız bırakılan bir ön kabul. Özgürlüğe aykırı şeyler kötü değildir, çünkü diğer normatif ahlaki prensipleri benimsemeyen sistemler için olduğu gibi burada da “kötü” yoktur, zararlı vardır.
Benim savunduğum şey; özgürlüğe aykırı olan şey kötü değildir, faydasızdır. Serbestiyetin fayda getireceğini düşünüyorum ve özgürlüğü faydalı olduğu için destekliyorum, ahlaki hakikat olduğu için değil. Çok bariz olsa bile insanları iyi eylemlere zorlamak, otorite gerektirdiği için faydasızdır. Çünkü bahsettiğimiz türdeki bir otoritenin varlığı çoğu zaman zararlıdır. Bir süreliğine fayda sağlasa bile sonsuza kadar bu şekilde gitmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Çünkü devletlerde iktidar ve yasalarla beraber “ortak iyi” anlayışlarımız da değişir. Yani devletler etik kavramını bile tekelleştirmişlerdir. Bu güce sahip bir otoritenin varlığını zararlı gördüğümden liberteryen görüşü savunuyorum. Örneğin bireysel silahlanmayı insanların silaha erişmesini engellemenin etik yanlışlığından değil, bunu sağlayacak otoritenin varlığının zararlı oluşundan destekliyorum. Üstelik verilere bakarak bunun insanlara ne kadar fayda getirdiğini de görebiliyoruz.
Burada bahsettiğim fayda temelli anlayışı John Stuart Mill’in faydacılığıyla karıştırmayın. Ben kolektif değil bireysel faydayı savunuyorum ve bunun mutlak “iyi” olduğu gibi bir inancım yok. Ancak dediğim gibi kişi, çoğunluğun iyiliğini kendisininkinin önüne koyuyorsa dahi bunu yapmak ona fayda getireceğinden yapıyordur. Bu açıdan da dayatma içeremeyen bir düşünce biçimidir çünkü sadece var olan durumu açıklamakla yetinir, normatif yargıda bulunmaz. Bireysel faydayı da, “iyi” ve “kötü” olarak değil de doğanın hali olarak nitelendiriyorum. Buna psikolojik egoizm de denebilir.
Yanlış anlaşılmaya çok müsait bir konu farkındayım, ancak insanların görüşlerini temellendirme biçimlerinin çok hatalı olduğunu gördüğümden bu yazıyı yazdım. Marksistler “eşitlikçi olmayan her şey kötüdür” anlayışını benimserken bazı liberaller/liberteryenler de “özgürlüğe aykırı olan her şey kötüdür” diyor. Yalnız tekrardan vurgulamak isterim ki, liberteryenlerle ortak olduğum her fikri, ahlaki iyi kötü kavramlarından temel aldığımdan değil faydalı olduğundan destekliyorum.