Max Stirner’in Felsefesi

Max Stirner’in Felsefesi
Burada Stirner’i anlamak sadece içeriğin ve belirli ifadelerin anlaşılmasını değil, çok güçlü bir şekilde eserin yapısının anlaşılmasını da gerektirir. Lawrence Stepelevich’e göre, The Ego and Its Own’un* yapısı Hegel’in Phänomenologie des Geistes* adlı eserine dayanmaktadır. Stirner’deki Hegelcilik rastlantısal değil, aksine zorunludur.
*Halil İbrahim Türkdoğan’ın çevirdiği şekliyle Biricik ve Mülkiyeti
*Aziz Yardımlı’nın çevirdiği şekliyle Tinin Görüngübilimi
Hegel felsefesinin merkezinde ise Diyalektik denilen şey vardır: İkilemleri, her iki tarafı da açıklayan / açıklayıcı bir üçüncüyü bularak çözmek.* Stirner bu anlamda diyalektik bir düşünürdür. Onun ana üçlüsü Materyalist — İdealist — Egoist’tir.
*Bu “Diyalektik” süreç üç ana aşamadan oluşur: tez, antitez ve sentez.
Kısaca
Tez: İlk düşünce
Antitez: Teze zıt bir düşünce
Sentez: Tez ve antitez arasındaki bu çelişkiyi çözen
Feuerbach’ın felsefeyi somut bireye bağlamamız gerektiği yönündeki ısrarını Stirner de takip eder ve daha sonra bu iddiasını Feuerbach’ın tür-varlık olarak “İnsan”ına karşı savunur. Bu nedenle The Ego and Its Own’un 1. bölümü olan “A Human Life”, somut kişilerin hayatında meydana geldiği şekliyle diyalektik gelişimin bir ifadesidir; çocukken kişi Materyalist aşamadadır ve sopadan korkar, gençken “ ilk öz keşfi, Akıl’ı” yapmıştır ve İdealizm yoluyla sopadan kurtulmuştur ve yetişkin olarak da İdealizm bir tür sopa olarak görülür ve artık pratik, kişisel çıkarlar devreye girmiştir. Ancak bu gerçek anlamda değil, mecazi anlamda ele alınmalıdır.
Sonra Stirner, Cieszkowski’yi örnek alarak 2. bölüm olan “Men of the old time and the new” bölümünü aynı gelişmelerin tarihteki bir tasviri olarak ele alır. Bu bölüm, arkadaşları Die Freien’ı* Materyalist/İdealist zıtlığının diyalektik çözülmesini temsil etmedikleri, aksine “modernlerin en moderni”, yani son İdealistler oldukları için eleştirdiği bir bölümle sona erer.
* Genç Hegelciler
“Benzerlere aynı şekilde davranılmalıdır” İdealist aşamanın merkezinde yer alır. Bu ifade Genç Hegelci eleştirilerin temelidir. Eleştirinin kendine özgü dinamiği nedeniyle, “benzerler” ve “aynı şekilde” giderek genişleyen kategoriler haline gelir ve “ eleştiri” sonunda kendi ağırlığı altında çökerek kendi kendine ters düşmek zorundadır.
Bu konuda Stirner şöyle yazar: “ Bugüne kadar geçerli olan ön kabuller tam bir çözülüş içinde eriyip gideceklerse, tekrar daha büyük bir ön kabul içinde çözülmemelidirler; bu çözülüş benim iyiliğim için olmalıdır; aksi takdirde sadece sayısız çözülüşler dizisine ait olurlar […]”.
Stirner’in felsefesi bu noktada başlar: İdealizmin çöküşü ve yeni bir senteze duyulan ihtiyaç. Ancak bu yeni sentez, Stirner’in sabit fikir olarak adlandırdığı, dışsal bir Arşimet noktası* olamaz. Dolayısıyla Stirner’in sentez olarak önerdiği şeyi ifade ederken biraz dikkatli olmak gerekir.
*Arşimet noktası, önemli bir kavramdır ve genellikle sabit, değişmeyen bir dışsal referans ya da mutlak bir fikir olarak tanımlanır. Bu terim, Arşimet’in “Bana bir dayanak noktası ve yeterince uzun bir kaldıraç verin, dünyayı yerinden oynatayım” şeklindeki ünlü sözünden esinlenilir. Bir şeyin doğru ya da geçerli olabilmesi için, dışarıdan dayatılmış, değişmez bir mutlak fikri ya da referans noktasını kabul etmek anlamına gelir, ancak Stirner bu tür bir dayatmayı reddeder. Stirner bu kavramı, bireyin düşüncelerini ya da eylemlerini bir dışsal mutlak doğruluğa veya değişmez bir ideolojiye dayandırmayı eleştirirken kullanır. Stirner’e göre, herhangi bir “Arşimet noktası,” yani sabit, evrensel bir fikir ya da ideoloji, bireyi özgürlüğünden ve benliğinden alıkoyar.
Stirner, biricik olanın (egoistin) çıkarlarında bulunacak bir sentez önermektedir. Bu sentez, ayrıştırılmış bir ifade olarak Stirner’i Thomas Hobbes, Friedrich W. Nietzsche, Dora Marsden, James Walker, Ayn Rand ve Robert Nozick ile aynı kategoriye koyar.
Gelgelelim, bu filozoflar tarafından önerilen egoizm türleri Stirner’inkinden belirgin bir şekilde farklıdır; Marsden’in Stirner’den güçlü bir şekilde esinlenmiş olması istisnadır. Aradaki fark, benim ne olduğuma dair görüşte ve egoizme ulaşma biçiminde yatmaktadır.
Şimdi bunlardan bazılarının kısa bir tanımını yapacağız: Thomas Hobbes için önemli olan tek şey zenginlik ve mülkiyetin dışsal karşılaştırmasıdır.* Stirner’in egoizmi “Ben” ve nesne arasındaki ilişkiyle ilgilidir. Stirner’in sentezinde “Ben”, kendi irademle nesne ile ilişki içinde bulunan Özne’yim.
*Hobbes, insan doğasının bencil ve rekabetçi olduğunu savunur ve bu bağlamda bireylerin birbirleriyle sürekli bir yarış içinde olduklarını öne sürer. Bu yarış, özellikle mal ve servet gibi dışsal ölçütlerle belirlenir.
Nietzsche’ye göre insanın peşinden koşması gereken belirli hedefler vardı. Kişi “kendi ötesini yaratmalı”, Üstinsan’ı yaratmalıdır. Buna karşılık Stirner ise, tüketime, geçici, sınırlı benliğin dünyayı kendisine ait kılmasına odaklanır (bir öğrencinin okuduğu kitabı iyi anlayabilmesi için onu “kendisine ait” kılması gerektiği anlamında “kendine ait”).*
*Kendine ait olmak,” başkalarının dayattığı idealleri ya da normları reddetmek, dışsal hedeflerden bağımsız olarak bireyin kendi yaşamını sahiplenmesi anlamına gelir.
James Walker*, biyolojik bir tanımlama yaparak bencilliği biyolojik bireyin tüm enerjisini adadığı herhangi bir şey, yani bir egoizm mekaniği olarak tanımlar. Stirner ise egoizmi olası bir seçilmiş yol olarak tanımlar.
*Egoizmi biyolojik (bilimsel) bir bakış açısıyla tanımlar. Ona göre, egoizm, biyolojik benliğin tüm enerjisini kendini koruma, hayatta kalma ve kendi çıkarları doğrultusunda yaşama olarak anlaşılabilir. Bu, bir tür mekanik egoizmdir
Ayn Rand, egoizmi ilk prensiplerden yola çıkarak ispatlamaya çalışmakta, “akıl” ile birlikte bir dizi kelime tanımını (yaşam “qua Man” ve adalet) öncül olarak ortaya koymaktadır. İnsan emeğinin adaletli alıcısının kim olduğu sorusunun cevabı, Rand’ın iddiasına göre, insanın kendisidir. Bu adalete göre hareket etmek “tüm değerleri yaşamın (insan olarak) temel değeri için araçsal olarak görmek” Rand’ın egoizm olarak tanımladığı şeydir. Buna karşın Stirner, egoizmini “ gerekçelendirmez ‘ ve Rand’ın ’ qua Man” i, Stirner’in Feuerbach’ta reddetmiş olduğu tür-varlıktan başka bir şey değildir.
Stirnerci Egoizm Nedir?
Stirner, The Ego and Its Own’a önsöz olarak Ich hab’ mein Sach’ auf nichts gestellt adlı kısa bir parça yazmıştır. Bu yazıda Hükümdar’ın, Tanrı’nın, İyi’nin vb. kendilerinin ötesinde bir şeye hizmet etmediklerini, aksine kendilerini hizmet edilecek en yüksek iyi olarak belirlediklerini gösterir. Stirner bu konuda şöyle yazar: “Ben kendi adıma onlardan bir ders alıyorum ve bu büyük egoistlere daha fazla bencilce hizmet etmek yerine, kendimin de egoist olmasını yeğliyorum.”
Yani aslında Stirner meselesini uymamızı istediği bir zorunluluğa dayandırmıyor, aksine bizi örneklerle yönlendiriyor. Stirner’in tutarlı olabilmesi ve çağdaşı Karl Schmidt’in, Stirner’in egoizmiyle “yeni bir kimera*” yarattığına dair eleştirisine takılmaması açısından çok önemlidir.
*Hayali düşünce
Stirner’in egoizmi daha sonra onu kabul edenler için terapi niteliğinde bir reçeteye dönüşür. Stirner için egoizm, kişinin eşsiz bir kişi olarak kendi çıkarlarını takip etmesidir. Birinin “Benim çıkarlarım nedir?” sorusuna Stirner, çıkarlarının kendisi kadar benzersiz olduğunu ve bunu bulmanın kendisine ait olduğunu söyleyecektir. Tekrar edilen bir zorlama, Stirner’in The Ego and Its Own’da verdiği olumsuz yanıtla, kişinin çıkarları ile sabit fikirlerinin karşıtlık içinde olduğu; eşsiz olanın seçtiği değerlerin dışında hiçbir Arşimetçi ahlaki referans noktası olmadığı cevabıyla karşılaşacaktır.
Öyleyse “ben neyim?” Stirner kitabının ikinci yarısında bunu araştırıyor. Yani ilişkilerim, evlat sadakati gibi maddi veya doğal bağlar ya da Vatandaş, Serseri veya İnsan olarak “bir ve özdeş” olmak gibi idealist ilişkiler olmadığında neye benzer? Bunu cevaplamak için anahtar kavram Eigentum* yani sahipliktir.
*Eigentum yani sahiplik kavramı, bu konuda çok kritik bir öneme sahiptir. Sahiplik, bireyin yalnızca maddi eşyalarla değil, aynı zamanda idealler, düşünceler, kendiliği gibi daha soyut unsurlarla da ilgili bir kavramdır. Bu kelimeyi “Mülkiyet” olarak çevirenler olmuştur.
“Eigentum”, yani sahip olunan şey, Stirner için iradeye dayalı bir ilişkinin ifadesidir. Bir irade ilişkisi olarak, iradeyle istenildiği anda terk edilebilir. İradeye dayalı ilişkinin karşıtı ise bağdır; “yapmalısın” ve “etmelisin”dir. Bunlar, benim elimde olmayan ilişkilerdir; dışarıdan verilmiştir; aynı zamanda, uyum sağlamak zorunda olduğum ve kontrol edemeyeceğim bir “öz” anlamında da dışarıdan gelirler.
Bu tür bir bağın özel bir durumu, bir fikirden vazgeçmemenizdir. Hegelci terimlerle: Bu düşünce “ olumsuzun gücünden ” muaf ve kutsal olarak görüldüğünde. Böyle bir fikre sabit fikir denir. Stirner’in sözleriyle “ İnsanı kendine mahkum etmiş bir fikirdir” eleştiremeyeceğiniz bir fikir.
“Eigentum” kavramı diğer insanlarla olan ilişkiler için de geçerlidir ve pek çok yorumcunun kafasını karıştıran ve kavrayamadığı Der Verein der Egoisten’i (Egoistler Birliği) bu anlamda anlamalıyız.
Şimdi elimizdeki konuyla ilgili bir bakış açısından başka bir kişiyle nasıl tanışabileceğime bir göz atalım!
1- Bağ
Bu, iki kişinin birbirlerine karşı nasıl davranmaları “gerektiğine” göre bir araya gelmesidir. Bu, irade edilen bir buluşma değil, daha ziyade “olması gerekene” göre bir buluşmadır. Baba ve oğulun baba ve oğul rollerinde bir araya gelmeleri buna örnektir. “Baba” ve ‘oğul’ her zaman tanımlayıcı bir anlamda kalacaktır. Ancak bu tür rollere göre bir araya geldiklerinde, bir “irade” ile değil bir “zorunluluk” ile bir araya gelirler. İlişki durağan bir nesne olarak görüldüğünde roller atfedilir.
2-Özellik (Mülkiyet)
Aralarındaki ilişki tek taraflı olarak irade edilmiş olabilir. Bu durumda kişi bir Einzige iken, Diğeri (Einzige olan için) Eigentum haline gelmiştir.* Belki de “Hell is the Other*” diyebileceğimiz şeylerin durumu budur (yani o Diğer kişi Einzige olduğunda ve ben yalnızca bir mülk konumuna indirildiğimde).
*Einzige (tek ve benzersiz birey) Eigentum (mülkiyet ya da sahip olunan) Einzige olan birey, kendini merkeze alarak Diğeri’ni bir mülk gibi, yani üzerinde kontrol ve sahiplik kurabileceği bir nesne olarak görür. Diğeri artık özgür bir birey değil, Einzige’nin iradesine göre hareket etmesi beklenen bir varlık haline gelmiştir. Bu durumda, Diğeri, Einzige olan bireyin özgürlüğüne hizmet eden bir “şey” gibi görülür; onun elinde olan, onun iradesine tabi olan bir “mülk” haline gelir.
*Jean-Paul Sartre’ın Huis Clos adlı oyunundan ünlü bir kavramdır. Başkalarının bizim üzerimizde yarattığı psikolojik baskının ve sınırlayıcı etkilerin bir tür “cehennem” olduğunu anlatır.
Stirner’in “Verein der Egoisten” [“Egoistlerin Birliği”] olarak adlandırdığı kavrama Moses Hess, böyle bir birleşmede biri hükmeden biri de hükmedilmeye boyun eğen biri olması gerektiği yönünde eleştiride bulunmuştur. Hess, “Egoistlerin Birliği”nin yukarıda tanımlanan (2) türden bir ilişki olacağını hayal etmiştir. Şimdi, (2) maddesi Hobbesçu bir egoisti tanımlayabilir. Ama Stirner’in dediği gibi “la derniere mallon de la chaine Hegelienne*”i tarif edebilir mi? Hayır, bu biraz fazla kaba olur. Stirner’in kendisi de bu eleştiriye örneklere işaret ederek yanıt vermiştir: Oyuncaklarıyla oynayan iki arkadaş, birlikte şarap dükkanına giden iki adam. Bunlar elbette birliklerin kapsamlı bir listesi değildir ve Stirner gerçekten de binlerce kişiden oluşan birliklerden, bir hırsızı yakalamak veya kendi emeği için daha iyi bir ücret almak için birleşen birliklerden de söz eder. Moses Hess daha felsefi bir yaklaşımla tek taraflılığı tanımlar ve bunun gerekli olduğunu düşünür. O halde Stirner’in gerçekten ne demek istediğini anlamak için biraz diyalektik akıl yürütmekten daha doğal ne olabilir? Ben şunu öneriyorum:
*Fransızca’da “Hegelci zincirin son halkası” anlamına gelir ve Hegel’in felsefi düşünce sisteminin, özellikle diyalektik sürecinin, mantıksal ya da tarihsel olarak ulaştığı son noktayı veya en gelişmiş aşamayı ifade eder.
1- Birlik
İlişki bir süreç olarak anlaşılmaktadır. Bu, ilişkinin her iki tarafın da bir irade eylemiyle desteklemesiyle sürekli olarak yenilendiği bir süreçtir. Birlik, her iki tarafın da tam olarak bilinçli egoizm (yani kendi iradesiyle) var olmasını gerektirir. Eğer katılımcılardan biri sessizce kendisinin acı çektiğini fark eder ama buna katlanır ve bu şekilde kalmaya devam ederse, birlik başka bir şeye dönüşmüş demektir.
Gelişim ancak egoistlerin birliği anlayışına ulaştıktan sonra Stirner nihai olarak önemli olan ilişkiye, yani benim kendimle olan ilişkime gelir. “My self-enjoyment” başlıklı bölümde Stirner, yaşamdan zevk almaya karşı yalnızca yaşama değer vermeyi ortaya koyar. İlk görüşte ben korunması gereken bir şeyim. İkincisinde ise kendimi tüm değer verme ilişkilerimin öznesi olarak görüyorum.
Stirner “ben neyim?” sorusunu bu anlamda reddedebilir ve onun yerine “ben kimim?” sorusunu koyabilir; bu sorunun cevabı, soruyu soran bu vücutta mevcuttur. Stirner’in ben olarak bahsettiği “hiçlik” budur. “Boşluk anlamında bir hiçlik değil, yaratıcı bir hiçlik.”
Kendimle olan ilişkim bu nedenle kendimle bir buluşma, kendimle bir birleşme ve kendimi kendim olarak kullanmaktır.
Çevirilen:Max Stirner’s Philosophy by Svein Olav Nyberg