Ormanları Özelleştirin!

Y. Emre Deniz
2 dakika okuma
Ekonomi
Ormanları Özelleştirin!

Geçtiğimiz yaz mevsiminde Türkiye’de baş gösteren yangınlar, insanların belki de çevre konusunda uyanmasına vesile olmuş olabilir ki geç de olsa güç olmasın değil mi? Bu konuyu karşılaştırmalı olarak ele almak istiyorum ki hem bireylerin hem de devletlerin bu felaketlerdeki sorumlulukları iyi bir şekilde anlaşılabilsin.

Dünyadaki son büyük yangınlar 2019’un sonlarında Avustralya’da çıktığında tüm dünyayı sarsmıştı ve her yerden destekler yağmıştı. Yaklaşık olarak Suriye kadar bir alan yanmış ve yangınlardan dolayı milyonlarca canlı yaşamını veya yuvasını kaybetmişti. Avustralya’da orman yangınları her yıl görülen doğal bir olay olsa da bahsettiğimiz yangınlar eski örneklerine göre hem daha erken başlamış hem de çok daha büyük kayıplara yol açmıştı. Bu da insanların iklim değişikliğinin yol açabileceği felaketler konusunda bir nebze olsun uyanmasını ve sesini çıkarmasını sağlamıştı.

Olaylar ilk başladığında insanlar yangınlar konusunda sorular sormaya ve iklim değişikliğini işaret etmeye başlayınca, Başbakan Scott Morrison iklim değişikliğinin varlığını inkar etmemekle birlikte Avustralya’daki yangınlarla iklim değişikliği arasında kesin bir ilişki olmadığını ve zaten Avustralya’nın sera gazı salınımının dünyada çok küçük bir payının olduğunu, bu sebeple de yangınların sonucunu değiştirecek bir şey yapamayacaklarını belirtmişti. Başbakan Morrison, Başbakan olmanın gücüyle bariz bir şekilde hedef saptırmaya ve insanların iklim değişikliği konusunda bir şey yapamayacaklarına inandırmaya çalışıyordu.Tabii bunu söylemesinin bir sebebi vardı, başında olduğu hükümetinin Avustralya’nın kömür madeni lobileriyle ciddi ilişkileri vardı.

Burada çözüm olarak devletin yasaklar ve vergiler getirmesi düşünülemez dahi çünkü insanlar hem ekonomik davranışlarıyla buna ihtiyaçları olduğunu gösteriyor hem de seçenekleri kısıtlı olduğu için bu madenlerin kapatılıp yerinin doldurulamamasından endişeleniyorlar, bu şirketlerin Avustralya’ya sağladığı ekonomik nimetler de cabası tabii. Çözüm elbette bireylerin tüketim tercihleriyle gelebilir tıpkı en başta sorunu yarattığı gibi, o yüzden bireylerin bilinçlenmesi ve kamuoyu oluşturulması çok büyük önem teşkil ediyor. İşte tam da burada Avustralya hükümetinin, gücünü bireylerin tercihlerini değiştirmek için kullandığına şahit olduk ki bu da hiçbir zaman ahlaksız üç beş bürokratın/politikacının eline bireylerin yerine karar verme gücünün verilmemesi gerektiğine dair bir emsal teşkil ediyor.

Odin’e şükürler olsun ki Avustralya’daki ve diğer gelişmiş ülkelerdeki insanlar bu açıklamalara inanmayacak kadar şüpheci ve eğitimli, başta uluslararası bankaların ve sigorta şirketlerinin olmakla birlikte birçok şirketin aldığı kararlar da bunu kanıtlar nitelikte. Birçok banka yangınlardan önce karbon salınımında ciddi payı olan sektörlerle olan ilişkisini gözden geçirmeye veya kesmeye başlamıştı, Avustralyadaki yangınlarla bu süreç hızlandı ve bankalarla birlikte Allianz gibi dev sigorta şirketleri de politikalarını gözden geçirmeye başladı. Avustralya’da hükümet ve maden lobileri de bu kamuoyu baskısından dolayı çok zor duruma düştü. Bütün bunlara baktığımızda bireylerin, tercihleriyle iklim değişikliğine karşı ne kadar güçlü ve etkili olabildiğini görebiliyoruz. Tabii buraki kilit nokta bireylerin ifade özgürlüğü ve devletin sorgulanabilir olması ki bireylerin seslerini çıkarmaları bu hakların en büyük güvencesi.

Peki ya Türkiye’de devlet ve bireyler bu orman yangınlarından ne kadar sorumlu ve neleri değiştirebilir. Bu noktadan itibaren yazacaklarım Türkiye özelinde olacak. 2021 yangınlarında herkesin sesini yükseltmesi (sosyal medyadan) ve bir şeyler yapmaya çalışması ne kadar gözlerimi yaşartsa da en büyük sorumluların bireyler olduğunu bilmek gözyaşlarımın birden kurumasına sebep oluyor. Öncelikle, Türkiye’de bu denli büyük olmasalar da her yıl yangınlar çıkıyor ve genellikle bu yanan araziler pek başarılı! iş insanlarımız tarafından turizm amacıyla değerlendiriliyor. Peki bireyler ne yapıyordu bugüne kadar birkaç tane tweet atmak dışında, elbette bu otellere gidip tatil yapıyordu. Şimdi gelin bu üçgeni inceleyelim. Yanan ormanların turizm arazisi olarak kullanılmasına izin veren devlet/hükümeti kim seçiyor, ardından buralarda yapılan otellerin kârlı olacağına ahlaksız iş insanlarımızı ikna edenler kimler? Gördüğünüz üzere bu üçgenin parlayan köşesi bireyler. Hükümete, turizm şirketlerine, bankalara ve ilişkili daha ne kadar kurum varsa tercihleriyle tepki gösterebilecek olanlar tweet atmakla yetindiği veya kör cahil bu kurumları desteklemeye devam ettiği sürece üzgünüm ama en iyi kalpli insanların kuracağı yeni bir hükümet de hiçbir şey yap(a)maz. Çünkü siz piyasaya bu doğa katliamlarına rağmen inşa edecekleri tesislere gideceğinize dair güvence verdiğiniz zaman, aslında doğayı umursamadığınızı ve bu bölgede otellere ormanlardan daha çok ihtiyaç duyduğunuzu belirten mesajlar göndermiş olacaksınız. Ayrıca ahbap-çavuş sosyalizminin (kronizm) nimetlerinden sonuna kadar faydalanan bu şirketlere, devletle olan ilişkilerinden dolayı tepki göstermediğiniz zaman gelen hükümetlere ve devlet desteği olmadan bakkal yönetemeyecek bir avuç asalak sürüsüne de cesaret vermeye devam edeceksiniz.

Bazıları diyebilir ki bu yangınların sebebi iklim değişikliği veya terör eylemleri, o yüzden başlangıcına odaklanmalısın. İklim değişikliği konusunda bireylerin nasıl bir pozisyon alabileceğine dair Avustralya’daki kamuoyu baskıları ve şirketlerin tepkileri bence güzel yol gösteriyor. Fakat olay terör boyutuna gelince (Türkiye’deki yangınların terör eylemleri sonucu çıktığını veya çıkmadığını iddia etmeyeceğim, yalnızca çevre ve güvenlik boyutunu ele almak istiyorum) işler değişiyor ve alınması gereken aksiyonlar da farklı bir kategoriye atlıyor. Bunun yegâne çözümü elbette ormanların özelleştirilmesi ve bireylerin yönetimine bırakılmasıdır. İki sebepten dolayı, ormanların özelleştirilmesi en sağlıklı ve ahlaklı çözüm yoludur. Birincisi, bu orman alanlarına sahip olan mülk sahipleri onlara hem sahip oldukları için hem de başka ormanlara sıçrayacak yangınlardan sorumlu olacakları için gözleri gibi bakacaklardır. İkincisi, mülk sahipleri doğayı değil kâr etmeyi öncelerlerse (pek tabii) müşterilerin olası tepkilerine göre bir yol izleyeceklerdir. Hem güvenliği sağlayıp hem de gücü bireylere dağıtmanın en akıllıca yolu bu olacaktır. Bu ormanların, STK’lerin de yer aldığı geniş katılımcı skalasına sahip bir komisyon tarafından şartlarının belirlendiği sözleşmelerle özelleştirildiğini varsayalım. Özelleştirme demek illa ormanların kesilip yerine otel, konut veya avm dikilmesi değil; turizm gibi ticari niyetlerle hareket eden bireylere veya kâr amacı gütmeyen vakıflara verilmesi ve şartlarının komisyonca belirlendiği (ağaç kesmenin, asfalt dökmenin vb. koşulların belirlenmesi gibi) şekilde işletilmesi olarak düşünebiliriz. Çevre dostu piknik alanları, bilimsel araştırma sahaları, vakıflarca korunan doğal yaşam alanları veya ekosisteme verdiği zararların incelendiği (ÇED raporları) turizm işletmeleri gibi şartları belirlenmiş şekilde bireylerin yönetimine bırakılabilir ve güvenlik sorumluluğu da beraberinde işletmelere yüklenebilir. Buraların ne amaçla (hangi şartlarda değil) işletileceğinin takdiri elbette tamamen mülk sahiplerine ait olmalı ki mülkiyet haklarına hiçbir müdahalede bulunulmasın. Doğrusu en başından bu komisyonun da bulunmaması fakat Türkiye’de tüketim tercihlerinin son derece sorumsuzca ve bilinçsizce olmasından dolayı mülk sahiplerinin otel dikme yarışına girdiği bir başka ahbap-çavuş ilişkisinden kaçınmak mantıklı geliyor, başlangıçta en azından. Bireylerin tüketim tercihleriyle ve tepkileriyle, şirketlerle sağlıklı ilişkiler kurabildiği bir atmosferde bu komisyonun da çok uzun ömürlü olacağını zannetmiyorum zaten. Yine de bir kez daha altını çizmek istiyorum, bu alanlara yapılacak veya yapılmayacak olan işletmelerin sorumlusu sizler olacaksınız çünkü o işletmelere giderek kârlı (veya gitmeyerek zararlı) olacaklarına inandıracak olanlar sizlersiniz. Piyasa tüketicilerin kararları doğrultusunda ilerler, yöneticilerin veya üreticilerin değil.

Burada ormanların girişinin paralı olmasına itiraz edecekler olacaktır elbette, neden orman alanlarını herkes için erişilebilir ve ücretsiz kılmayalım? Fakat burada erişilebilir ve ücretsiz gibi iki tezat kavramı bir araya getirmeye mantığım izin vermiyor. Bugün ücretsiz bir şekilde bu ormanlara girebilirsiniz, daha doğrusu yanmasalardı girebilirdiniz. Ücretsiz olması demek bütün güvenlik ve bakım maliyetlerinin devlete yüklenmesi -sanki bu görevlerini çok yerine getiriyormuş gibi-, ardından devletin vergi toplamak için bahane bulması demektir. Orman Bakanlığı ve altındaki kurumlarla birlikte çevreci vakıfların topladığı bağışları hesaba katarsak inanılmaz bir kaynak israfı söz konusu. Çünkü bütün bu akıtılan paralara rağmen ormanlarımız cayır cayır yanıyor ve bir de üstüne bu yangınların söndürülmesi için kaynak harcamaya devam ediyoruz. Sonucunda ormanlarımız ne erişilebilir ne de ücretsiz oluyor, aksine orman yangınlarını vergi yoluyla fonlamaktan başka hiçbir şey yapmıyoruz. En sonunda ise elinizde ücretsiz ve erişilebilir ancak içinde yanmış ağaçlardan ve hayvan bedenlerinden başka bir şey bulamayacağınız bir cinayet mahalli kalmış oluyor. İşte bu sebeplerden dolayı ormanların bir an önce özelleştirilmesi, onlara sahip olmanın da motivasyonuyla gözü gibi bakacak olan bireylere bırakılması ve Orman Bakanlığı denen garabet kurumun bir an önce kapatılması elzemdir. Aksi takdirde hem zekâ hem ahlaki yeterlilikleri şüpheli olan bürokrat sürüsünün eline, sahip olmadıkları ormanlara bakmaları için yetki verip sonra da neden çıkan yangınları söndür(e)medikleri konusunda bağırmaktan başka bir şey yapamayacaksınız. Temiz bir çevre için lütfen biraz sorumluluk alın.

Yazar: Y. Emre Deniz

Yazar Hakkında