Orta Yol Sosyalizme Çıkar

· Yazar: Furkan Yelgen
Orta Yol Sosyalizme Çıkar

Çevirmenin Notu: Bu makale, Avusturya İktisat Okulu’nun temsilcilerinden ekonomist Ludwig von Mises tarafından ABD’de yazılmış ve 4 Mayıs 1950’de Commercial and Financial Chronicle tarafından yayımlanmıştır.

Tüm sosyalizm ve komünizm türlerinin temel dogması, serbest piyasa ekonomisi veya kapitalizmin, yalnızca katı bireycilerden oluşan küçük bir azınlığın yararı için insanların büyük çoğunluğunun hayati çıkarlarına zarar veren bir sistem olduğudur. İddialarına göre kapitalizm, kitleleri giderek artan yoksulluğa mahkum eder. İşçi sınıfının sefalete, köleliğe, baskıya, aşağılanmaya ve sömürüye sürüklenmesine neden olurken, tembel ve işe yaramaz asalaklar sınıfını zenginleştirir.

Bu doktrin Karl Marx’ın eseri değildir. Marx sahneye çıkmadan çok önce geliştirilmiştir. Bu doktrinin en başarılı propagandacıları, Marxist yazarlar değil, Carlyle ve Ruskin gibi insanlar, İngiliz Fabyanlar, Alman profesörler ve Amerikalı Anayasacılardı. Ve bu dogmanın doğruluğunun sadece birkaç ekonomist tarafından tartışılması, bu ekonomistlerin kısa sürede susturulup üniversitelerden, basından, siyasi partilerin liderliğinden ve her şeyden önce kamu görevlerinden men edilmesi çok önemli bir gerçektir. Kamuoyu, kapitalizmin kınanmasını hiçbir çekince olmaksızın büyük ölçüde kabul etmiştir.

1. Sosyalizm

Ancak elbette insanların bu dogmadan çıkardığı pratik siyasi sonuçlar tek tip değildi. Bir grup, bu kötülükleri yok etmenin tek yolunun kapitalizmi tamamen ortadan kaldırmak olduğunu ilan etti. Üretim araçlarının özel kontrolü yerine kamu kontrolünü savunuyorlar. Sosyalizm, komünizm, planlamaveya devlet kapitalizmiolarak adlandırılan şeyi kurmayı hedefliyorlar. Bu terimlerin hepsi aynı şeyi ifade etmektedir. Tüketicinin artık neyin, hangi miktarda, hangi kalitede üretileceğini satın alarak veya almaktan kaçınarak belirlememelidir. Bundan böyle, merkezi bir otorite tüm üretim faaliyetlerini tek başına yönlendirmelidir.

2. Müdahalecilik: İddia Edilen Orta Yol Politikası

İkinci grup ise daha az radikal görünmektedir. Ne sosyalizmi ne de kapitalizmi reddediyorlar. Toplumun ekonomik örgütlenmesinin üçüncü sistemi olarak diğer iki sistemin ortasında duran ve söylediklerine göre her ikisinin avantajlarını korurken, sosyalizmden olduğu kadar kapitalizmden de uzak olan üçüncü bir sistem öneriyorlar. Bu üçüncü sisteme müdahalecilik sistemiadı verilmektedir. Amerikan siyaset terminolojisinde genellikle orta yol politikası olarak adlandırılır.

Bu üçüncü sistemi birçok insan arasında popüler kılan şey, onların ilgili sorunlara bakmayı seçtikleri özel yoldur. Onlara göre, bir yanda kapitalistler ve girişimciler, diğer yanda ücretli çalışanlar olmak üzere iki sınıf, sermaye getirisinin dağılımı ve girişimcilik faaliyetleri konusunda tartışmaktadır. Her iki taraf da pastanın tamamını kendilerine talep etmektedir. Bu arabulucu orta yolcular da tartışılan değeri iki sınıf arasında eşit olarak paylaştırarak barışmayı önermektedir. Tarafsız bir hakem olarak devlet müdahale etmeli, kapitalistlerin açgözlülüğünü dizginlemeli ve kârın bir kısmını işçi sınıfına dağıtmalıdır. Böylece totaliter sosyalizmin yıkıcılığını tahta çıkarmadan acımasız kapitalizmi tahttan indirmek mümkün olacaktır.

Ancak meseleyi bu şekilde değerlendirme şekli tamamıyla yanıltıcıdır. Kapitalizm ile sosyalizm arasındaki karşıtlık, ganimetlerin dağıtımı konusundaki bir anlaşmazlık değildir. Toplumun ekonomik örgütlenmesine yönelik bu iki plandan hangisinin insanların genel olarak ekonomik faaliyetlerin nihai amacı olarak kabul ettiği, yararlı mal ve hizmetlerin mümkün olan en iyi şekilde tedarik edilmesi gibi amaçlara daha iyi ulaşılmasına yardımcı olduğu konusunda bir tartışmadır. Kapitalizmbu amaçlara, insanların satın alma ve satın almaktan kaçınmasına bağlı olarak, özel girişim ve inisiyatifle ulaşmak ister. Sosyalistler ise çeşitli bireylerin planlarının yerine merkezi bir otoritenin benzersiz planını koymak isterler. Marx’ın “üretim anarşisi” olarak adlandırdığı şeyin yerine hükümetin münhasır tekelini koymak istiyorlar. Yani kapitalizm ve sosyalizm arasındaki karşıtlık, **sabit miktardaki olanakların dağıtılma biçimini **ifade etmez. İnsanların faydalanmak istediği **tüm malların üretim tarzını **ifade eder.

İki ilkenin çatışması** uzlaştırılamaz**ve herhangi bir uzlaşmaya izin vermez. Kontrol bölünemez. Ya üretim faktörlerinin hangi amaçlarla ve nasıl kullanılması gerektiğine piyasada ortaya çıkan tüketici talebikarar verir ya da hükümetbu konularla ilgilenir. Bu iki çelişkili ilke arasındaki karşıtlığı hafifletebilecek hiçbir şey yoktur. Birbirlerini dışlarlar. Müdahalecilik, kapitalizm ile sosyalizm arasında altın bir orta yol değildir. Bu, toplumun ekonomik organizasyonunun üçüncü bir sisteminin tasarımıdır ve bu şekilde değerlendirilmelidir.

3. Müdahalecilik Nasıl Çalışır?

Kapitalizmin ya da sosyalizmin erdemleri hakkında herhangi bir soru sormak bugünkü tartışmanın görevi değil. Bugün yalnızca müdahalecilikle uğraşıyorum ve herhangi bir önyargılı bakış açısına göre müdahaleciliğin keyfi bir değerlendirmesine girme niyetinde değilim. Benim tek kaygım müdahaleciliğin nasıl işlediğini ve toplumun ekonomik örgütlenmesi için kalıcı bir sistem modeli olarak kabul edilip edilemeyeceğini göstermek.

Müdahaleciler üretim araçlarının özel mülkiyetini, girişimciliği ve piyasa mübadelesini muhafaza etmeyi planladıklarını vurgulamaktadırlar. Ancak, bu kapitalist kurumların tahribat yaratmasını ve insanların çoğunluğunu haksız yere sömürmesini engellemenin zorunlu olduğunu söylerler. Mülk sahibi sınıfların açgözlülüklerinin yoksul sınıflara zarar vermemesi için emirler ve yasaklarla dizginlemek hükümetin görevidir. Kuralsız kapitalizm veya ‘bırakınız yapsınlar’ kapitalizmi bir kötülüktür. Ama kötülüklerini ortadan kaldırmak için kapitalizmi tamamen ortadan kaldırmaya gerek yoktur. Kapitalistlerin ve girişimcilerin eylemlerine devletin müdahale etmesiyle kapitalist sistemi iyileştirmek mümkündür. İş dünyasının bu şekilde hükümet tarafından düzenlenmesi ve denetlenmesi, totaliter sosyalizmi uzak tutmanın ve kapitalizmin korunmaya değer özelliklerini kurtarmanın tek yöntemidir. Bu felsefe temelinde, müdahaleciler çeşitli önlemler yelpazesini savunur. Bunlardan birini, çok popüler olan fiyat kontrolü planını seçelim.

4. Fiyat Kontrolü Nasıl Sosyalizme Götürür

Hükümet, süt gibi belirli bir ürünün fiyatının çok yüksek olduğuna inanır. Yoksulların çocuklarına daha fazla süt vermesini mümkün kılmak ister. Bu nedenle tavan fiyatuygulamasına başvurur ve sütün fiyatını serbest piyasada geçerli olan fiyattan daha düşük bir oranda sabitler. Sonuç olarak, en yüksek maliyetle üretim yapan marjinal süt üreticileri zarar etmeye başlar. Hiçbir çiftçi veya iş adamı zararına üretime devam edemeyeceğinden, bu marjinal üreticiler piyasada süt üretmeyi ve satmayı bırakırlar. İneklerini ve becerilerini daha kârlı başka amaçlar için kullanırlar. Örneğin tereyağı, peynir veya et üretirler. Böylece tüketicilere daha fazla değil, daha az süt sunulur hale gelmiştir. Bu elbette hükümetin niyetine aykırıdır. Hükümet bazı insanların daha fazla süt almasını kolaylaştırmak istemiştir ancak müdahalesinin bir sonucu olarak mevcut süt arzı azalmıştır. Bu önlem hem hükümetin ve desteklemeye istekli olduğu grupların bakış açısından sonuçsuz kalmıştır hem de iyileştirmeyi tasarladığı önceki duruma göre daha az istenilen bir durum ortaya çıkarmıştır.

Artık hükümet bir tercihle karşı karşıyadır. Kararnamesini iptal edebilir ve süt fiyatını kontrol etmek için daha fazla çaba sarf etmekten kaçınabilir. Ancak süt fiyatını, serbest piyasanın belirleyeceği oranın altında tutma niyetinde ısrar ederse ve yine de süt arzında bir düşüşü önlemek isterse, marjinal üreticilerin işini kârsız hale getiren nedenleri ortadan kaldırmaya çalışmalıdır. Sadece süt fiyatıyla ilgili ilk kararnameye, süt üretimi için gerekli üretim faktörlerinin fiyatlarını daha düşük bir oranda sabitleyen ikinci bir kararname eklemelidir ki, marjinal süt üreticileri artık zarar etmeyecek ve bu nedenle üretimi kısıtlamaktan kaçınacaklardır. Ama sonra aynı hikaye daha uzak bir düzlemde tekrarlanır. Süt üretimi için gerekli üretim faktörlerinin temini azalır ve hükümet yine başladığı yere döner. Yenilgiyi kabul etmek ve fiyatlara herhangi bir müdahaleden kaçınmak istemiyorsa, daha da ileri gitmeli ve süt üretimi için gerekli faktörlerin üretimi için gerekli olan üretim faktörlerinin fiyatlarını sabitlemelidir. Böylece hükümet daha da ileri gitmek, adım adım tüm tüketici mallarının ve tüm üretim faktörlerinin- hem insan, yani emek hem de malzeme - fiyatlarını belirlemekve her girişimciye ve her işçiye bu fiyat ve ücretlerle çalışmaya devam etmelerini emretmek zorunda kalır. Hiçbir sanayi dalı, fiyatların ve ücretlerin bu çok yönlü tespitinden ve hükümetin üretilmesini istediği miktarları üretme yükümlülüğünden muaf tutulamaz. Eğer bazı sektörler yalnızca hayati olmayan hatta lüks olarak nitelendirilen malları ürettikleri gerekçesiyle serbest bırakılırsa, sermaye ve emek bunlara akma eğiliminde olacak ve sonuç olarak hükümetin kitlelerin ihtiyaçlarının karşılanması için kaçınılmaz olarak gördüğü ve fiyatlarını sabitlediği malların arzında bir düşüş olacaktır.

Ancak iş dünyasının her yönden kontrol edildiği bu duruma ulaşıldığında artık piyasa ekonomisinden söz edilemez. Artık vatandaşlar satın alarak veya satın almaktan kaçınarak neyin nasıl üretileceğini belirleyemezler. Bu konularda karar verme yetkisi hükümete geçmiştir. Bu artık kapitalizm değil; hükümet tarafından her yönüyle planlamadır, sosyalizmdir.

5. Zoraki Ekonomi (Zwangswirtschaft) Tipi Sosyalizm

Bu tip sosyalizmin kapitalizmin bazı etiketlerini ve dış görünüşünü koruduğu elbette doğrudur. Üretim araçları, fiyatlar, ücretler, faiz oranları ve kâr üzerindeki özel mülkiyeti görünüşte ve ismen sürdürür. Ancak gerçekte hükümetin sınırsız otokrasisinden başka hiçbir şey geçerli değildir. Hükümet girişimcilere ve kapitalistlere ne üreteceklerini, hangi miktarda ve kalitede üreteceklerini, hangi fiyatlardan ve kimden satın alacaklarını, hangi fiyatlardan ve kime satacaklarını söyler. İşçilerin hangi ücretle ve nerede çalışması gerektiğine karar verir. Piyasa mübadelesi bir sahtekarlıktan ibarettir. Tüm fiyatlar, ücretler ve faiz oranları otoritetarafından belirlenir. Bunlar yalnızca görünüşte ‘fiyatlar, ücretler ve faiz oranlarıdır’; aslında bunlar sadece hükümetin emrindeki miktar ilişkileridir. Üretimi tüketiciler değil hükümet yönlendirir. Hükümet her vatandaşın gelirini belirler, herkese çalışmak zorunda olduğu pozisyonu tayin eder. Bu kapitalizm dış görünüşüne bürünmüş sosyalizmdir. Bu, Hitler’in Almanya’sının Zwangswirtschaft’ı ve Büyük Britanya’nın planlı ekonomisidir.

6. Alman ve İngiliz Deneyimi

Benim tasvir ettiğim toplumsal dönüşüm düzeni yalnızca teorik bir yapı değildir. Almanya’da, Büyük Britanya’da ve diğer bazı ülkelerde sosyalizmi getiren olayların birbirini takip eden gerçekçi bir tasviridir.

Almanlar, Birinci Dünya Savaşı’nda hayati ihtiyaçlar olarak kabul edilen küçük bir grup tüketim malına tavan fiyat uygulamasıyla başladı. Bu önlemlerin kaçınılmaz başarısızlığı, onları savaşın ikinci döneminde Hindenburg planını tasarlamaya zorladı. Hindenburg planı bağlamında, tüketicilerin özgür bir seçim hakkı veya işletmelerin girişimci hareketi için hiçbir yer bırakılmamıştı. Tüm ekonomik faaliyetler koşulsuz olarak yetkililerin münhasır yargı yetkisine tabi tutuldu. İmparator’un topyekun yenilgisi, tüm imparatorluk yönetim aygıtını silip süpürdü ve onunla birlikte görkemli plan da gitti. Ancak 1931’de Şansölye Brüning yeniden bir fiyat kontrolü politikasına giriştiğinde ve sonrakiler, özellikle de Hitler bu politikaya inatla bağlı kaldığında, aynı hikaye tekrarlandı.

Büyük Britanya ve Birinci Dünya Savaşı’nda fiyat kontrolü önlemlerini benimseyen diğer tüm ülkeleraynı başarısızlığı yaşamak zorunda kaldılar. Onlar da ilk kararnameleri işler hale getirme çabalarında daha da ileri itildiler. Ancak zafer ve halkın muhalefeti, fiyatları kontrol etmeye yönelik tüm planları bir kenara ittiğinde, onlar hâlâ bu gelişmenin ilkel aşamasındaydı.

İkinci Dünya Savaşı’nda durum farklıydı. Büyük Britanya yine birkaç hayati mal için tavan fiyat uygulamasına başvurdu ve ekonomik özgürlüğün yerine ülke ekonomisinin tümünü kapsayan bir planlamayı ikame edene kadar bu uygulamayı daha da ileriye götürmek zorunda kaldı. Savaş sona erdiğinde Büyük Britanya artık sosyalist bir devletti.

Britanya sosyalizminin Bay Attlee’nin İşçi Partisi Hükümeti’nin değil, Bay Winston Churchill’in savaş kabinesinin bir başarısı olduğunu hatırlamak kayda değerdir. İşçi Partisi’nin yaptığı, özgür bir ülkede sosyalizmi kurmak değil, savaş sırasında ve savaş sonrası dönemde gelişen sosyalizmi korumaktı. Bu gerçek, İngiltere Merkez Bankası’nın, kömür madenlerinin ve diğer sektörlerin kamulaştırılmasıyla ilgili olarak yaratılan büyük sansasyon nedeniyle gölgelenmiştir. Bununla birlikte, Büyük Britanya’nın sosyalist bir ülke olarak adlandırılmasının nedeni, bazı işletmelerin resmi olarak kamulaştırılması ve devletleştirilmesi değil, tüm vatandaşların tüm ekonomik faaliyetlerinin hükümetin ve onun kurumlarının tam kontrolüne tabi olmasıdır. Yetkililer sermayenin ve insan gücünün çeşitli iş dallarına tahsisini yönlendirmektedir. Neyin üretilmesi gerektiğini onlar belirler. Tüm ticari faaliyetlerde üstünlük yalnızca hükümete aittir. İnsanlar, kayıtsız şartsız emirlere uymakla yükümlü olan vesayet altındaki kişiler statüsüne düşürülmüştür. İşadamlarına, eski girişimcilere, sadece yardımcı işlevler bırakılmıştır. Yapmakta özgür oldukları tek şey, neredeyse sınırlandırılmış dar bir alan içinde, hükümet birimlerinin kararlarını hayata geçirmektir.

Farkına varmamız gereken şey, yalnızca birkaç malı etkileyen fiyat tavanlarının aranan amaçlara ulaşmada başarısız olduğudur. Tam aksine, hükümetin bakış açısından, hükümetin değiştirmek istediği önceki durumdan bile daha kötü etkiler yaratıyorlar. Eğer hükümet, bu kaçınılmaz olan ama hoş olmayan sonuçları ortadan kaldırmak için daha da ileriye giderse, sonunda kapitalizm ve serbest girişim sistemini Hindenburg modeli bir sosyalizme dönüştürür.

7. Krizler ve İşsizlik

Aynı durum piyasa olgusuna yönelik diğer tüm müdahale türleri için de geçerlidir. Asgari ücretoranları, ister hükümet tarafından kararlaştırılıp uygulansın, ister sendika baskısı ve şiddetiyle uygulansın, ücret oranlarını serbest piyasanın düzeyinin üzerine çıkarmaya çalıştıkları anda kitlesel işsizliğin yıldan yıla uzamasına neden olurlar.Kredi genişlemesi yoluyla faiz oranlarını düşürme girişimlerinin işlerin patlama yaşadığı bir dönem yarattığı doğrudur. Ancak bu şekilde yaratılan refah yalnızca yapaydır ve kaçınılmaz olarak çöküşe ve ekonomik bunalıma yol açar. İnsanlar, birkaç yıllık kredi genişlemesi ve enflasyonun yarattığı kolay para çılgınlığının bedelini ağır bir şekilde ödemek zorunda kalırlar.

Ekonomik bunalım dönemlerinin ve kitlesel işsizlik dönemlerinin tekrarlanması, muhakeme yeteneği zayıf insanların gözünde kapitalizmin itibarını zedeledi. Oysa bu olaylar serbest piyasanın işleyişinin sonucu değildir. Tam tersine, bunlar hükümetin piyasaya iyi niyetli ancak mantıksız müdahalesinin sonucudur. Ücret oranlarını ve genel yaşam standardını yükseltmenin, nüfusa kıyasla sermaye artışını hızlandırmaktan başka bir yolu yoktur. İş arayan ve ücret kazanmaya hevesli herkes için ücret oranlarını kalıcı olarak yükseltmenin tek yolu, yatırılan sermayenin kişi başına düşen kotasını arttırarak endüstriyel çabanın üretkenliğini yükseltmektir.Amerika’daki ücret oranlarının Avrupa ve Asya’daki ücret oranlarını çok daha yüksek kılan şey, Amerikan işçisinin emeğinin ve sıkıntısının daha fazla ve daha iyi araçlarla desteklenmesidir. İyi bir hükümetin, halkın maddi refahını artırmak için yapabileceği tek şey, teknolojik üretim yöntemlerinin iyileştirilmesi için gerekli olan yeni sermaye birikiminin ilerlemesinin önünde hiçbir engelin bulunmadığı bir kurumsal düzen kurmak ve bunu korumaktır. Bu, kapitalizmin geçmişte başardığı ve kötü bir politikayla sabote edilmediği takdirde gelecekte de başaracağı şeydir.

8. Sosyalizme Giden İki Yol

Müdahalecilik, kalıcı bir ekonomik sistem olarak değerlendirilemez. Bu, kapitalizminbirbirini izleyen bir dizi adımla sosyalizme dönüşmesinin bir yöntemidir. Bu, komünistlerin tek hamlede sosyalizmi gerçekleştirme çabalarından farklıdır. Farklılık siyasi hareketin nihai amacına işaret etmez; esas olarak her iki grubun da hedeflediği amaca ulaşmak için başvuracakları taktikleri ifade eder.

Karl Marx ve Friedrich Engels, sosyalizmin gerçekleşmesi için bu iki yolun her birinisırasıyla önerdiler. 1848’de Komünist Manifesto’da kapitalizmin adım adım sosyalizme dönüşümüne yönelik bir planın ana hatlarını çizdiler. Proletarya egemen sınıf konumuna yükseltilmeli ve siyasi üstünlüğünü “tüm sermayeyi burjuvazinin elinden kademeli olarak çekip almak için” kullanmalıdır. Bu, onlar tarafından “mülkiyet haklarına ve burjuva üretim koşullarına despotik müdahaleler yoluyla, yani ekonomik olarak yetersiz ve savunmasız görünen önlemlerle gerçekleştirilebilir, ancak hareketin seyrinde kendiliğinden ilerleyen ve eski toplumsal düzen üzerinde daha fazla müdahaleyi zorunlu kılan ve üretim şeklini tamamen devrimleştirmenin bir aracı olarak kaçınılmaz olan önlemler” olarak nitelenmiştir. Bu bağlamda, on örnek önlem sıralarlar.

Daha sonraki yıllarda Marx ve Engels fikirlerini değiştirdiler. Marx, ilk kez 1867’de yayınlanan ana eseri Das Capital’de olayları farklı bir açıdan görüyordu. Sosyalizm “bir doğa yasası kadar kaçınılmaz” olarak gelecektir. Ancak kapitalizm tam olgunluğuna ulaşmadan ortaya çıkamaz. Kapitalizmin çöküşüne giden tek bir yol vardır, o da kapitalizmin ilerici evrimidir. Ancak o zaman işçi sınıfının büyük nihai isyanı ona son vuruşu yapacak ve sonsuz bolluk çağını başlatacaktır.

Bu sonraki doktrinin bakış açısından Marx ve Ortodoks Marksizm okulu, kapitalizmi sınırlama, düzenleme ve geliştirme iddiasında olan tüm politikaları reddeder. Bu tür politikaların sadece boşuna değil aynı zamanda açıkça zararlı olduğunu da beyan ediyorlar. Çünkü bu tür politikalar, kapitalizmin olgunlaşmasını dolayısıyla çöküşünü de geciktirir. Bu nedenle ilerici değil, gericidirler. Alman Sosyal Demokrat partisinin Bismarck’ın sosyal güvenlik yasasına karşı oy kullanmasına ve Bismarck’ın Alman tütün endüstrisini kamulaştırma planını boşa çıkarmasına yol açan da bu fikirdi. Aynı doktrin açısından komünistler, New Deal’ı (ABD’de 1933’de başlatılan sosyal politikalar) emekçi halkın gerçek çıkarlarına son derece zarar veren gerici bir komplo olarak damgaladılar.

Farkına varmamız gereken şey, müdahaleciler ile komünistlerarasındaki düşmanlığın, erken dönem Marksizmin ve geç Marksizmin iki doktrini arasındaki çatışmanın bir tezahürü olduğudur. Bu, Komünist Manifesto’nun yazarı 1848’in Marx’ıile Das Capital’in yazarı 1867’nin Marx’ı arasındaki çatışmadır. Ve gerçekten de günümüzde kendini anti-komünist olarak adlandıranlarının politikalarını, Marx’ın desteklediği belgeye ‘Komünist Manifesto’ denmesi bir paradokstur.

Kapitalizmin sosyalizme dönüşmesi için iki yöntem mevcuttur. Birincisi, tüm çiftlikleri, fabrikaları ve iş yerlerini kamulaştırmak ve bunları bürokratik bir aygıt tarafından hükümetin departmanları olarak işletmektir. Lenin’e göre tüm toplum “eşit iş ve eşit ücrete sahip tek ofis ve tek fabrika” (1) haline gelecek, tüm ekonomi “posta sistemi gibi” (2) organize edilecektir. İkinci yöntem sosyal devlet ve planlamanın orjinal Alman modeli olan Hindenburg planı yöntemidir. Bu yöntem, her firmayı ve her bireyi, hükümetin merkezi ‘üretim yönetimi kurulu’ tarafından verilen emirlere sıkı sıkıya uymaya zorlar. İş dünyasının direnişiyle engellenen ve Yüksek Mahkeme’nin anayasaya aykırı ilan ettiği 1933 tarihli ‘ABD Ulusal Endüstriyel İyileştirme Yasası’nın niyeti de buydu. Özel girişimin yerine planlamayı koyma çabalarında ima edilen fikir de budur.

9. Döviz Kontrolü

Almanya ve Büyük Britanya gibi sanayileşmiş ülkelerde bu ikinci tip sosyalizmingerçekleştirilmesinin en önemli aracı döviz kontrolüdür. Bu ülkeler kendi halklarını yerli kaynaklarla besleyemez ve giydiremezler. Büyük miktarlarda gıda ve hammadde ithal etmek zorundadırlar. Çok ihtiyaç duydukları bu ithalatın bedelini ödeyebilmek için, çoğu ithal hammaddeden üretilen imalat ürünlerini ihraç etmeleri gerekir. Bu tür ülkelerde hemen hemen her ticari işlem doğrudan veya dolaylı olarak ihracat veya ithalat ya da hem ihracat hem de ithalat ile koşullandırılmaktadır. Dolayısıyla hükümetin döviz alıp satma tekeli, her türlü ticari faaliyeti döviz kontrolüyle görevlendirilen kurumun takdirine bağlı hale getirmektedir. Bu ülkede (ABD’de) durum farklıdır. Dış ticaret hacmi, ülkenin toplam ticaret hacmiyle kıyaslandığında oldukça küçüktür. Döviz kontrolü Amerikan ticaretinin çok daha büyük bir kısmını çok az etkileyecektir. Planlamacılarımızın planlarında döviz kontrolünün neredeyse hiç söz konusu olmamasının nedeni budur. Onların uğraşları fiyatların, ücretlerin ve faiz oranlarının kontrolüne, yatırımların kontrolüne, kârların ve gelirlerin sınırlandırılmasına yöneliktir.

10. Artan Oranlı Vergi Sistemi (Progressive Taxation)

1913’te Federal gelir vergisinin başlangıcından günümüze kadar gelir vergisi oranlarının artışına bakıldığında, verginin bir gün ortalama seçmenin gelirinin üzerindeki tüm fazlalığın yüzde 100’ünü sömürmeyeceğini beklemek pek mümkün değildir. Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da “ağır bir artan oranlı veya kademeli gelir vergisi” tavsiyesinde bulunurken akıllarında olan şey buydu.

Komünist Manifesto’nun önerilerinden bir diğeri de “tüm miras haklarının kaldırılması” idi. Şu anda ne Büyük Britanya’da ne de bu ülkede kanunlar bu noktaya kadar gitmedi. Ancak yine de emlak vergilerinin geçmiş tarihine baktığımızda, bunların Marx’ın belirlediği hedefe giderek daha fazla yaklaştığını fark etmemiz gerekiyor. Üst dilimler için halihazırda ulaşmış olan emlak vergileri artık vergi olarak nitelendirilemez. Bunlar kamulaştırma önlemleridir.

Artan oranlı vergilendirme sisteminin altında yatan felsefe, varlıklı sınıfların gelir ve servetinin serbestçe kullanılabileceği düşüncesidir. Bu vergi oranlarını savunanların fark edemedikleri ise vergilendirilen gelirin büyük kısmının tüketilmeyecek, tam aksine tasarruf edilip yatırıma dönüştürülecek olmasıdır.  O yüzden bu maliye politikası yalnızca yeni sermaye birikiminin oluşmasını engellemekle kalmıyor, aynı zamanda mevcut sermaye birikimini de azaltıyor. Bugün Büyük Britanya’da durum kesinlikle budur.

11. Sosyalizme Doğru Eğilim

Geçtiğimiz otuz yıldaki olayların gidişatı, bu ülkede İngiliz ve Alman modelinde bir sosyalizmin kurulmasına doğru, bazen kesintili de olsa, sürekli bir ilerlemeyi göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri bu düşüşe diğer iki ülkeden daha geç başlamıştır ve bugün bu düşüşün sonundan daha uzaktadır. Ancak bu politikanın eğilimi değişmezse nihai sonuç, Attlee’nin İngiltere’sinde ve Hitler’in Almanya’sında olanlardan yalnızca tesadüfi ve önemsiz noktalarda farklı olacaktır. Orta yol politikasıkalıcı olabilecek bir ekonomik sistem değildir. Sosyalizmin taksit taksit gerçekleştirilmesi için bir yöntemdir.

12. Boşluklar Kapitalizmi

Birçok kişi buna itiraz ediyor. Artan oranlı vergilendirme yoluyla planlamayı veya kamulaştırmayı amaçlayan kanunların çoğunun, özel girişime içinde devam edebileceği bir alan sunan **bazı boşluklar **bıraktığını vurguluyorlar. Bu tür boşlukların hâlâ mevcut olduğu ve bunlar sayesinde bu ülkenin hala özgür bir ülke olduğu kesinlikle doğrudur. Ancak bu “boşluklar kapitalizmi” kalıcı bir sistem değildir. Bu bir soluklanmadır. Bu boşlukları kapatmak için güç sahibi odaklar çalışmakta ve özel girişimlerin serbestçe faaliyet gösterebileceği alan her geçen gün daralmaktadır.

13. Sosyalizmin Gelişi Kaçınılmaz Değildir

Elbette bu sonuç kaçınılmaz değildir. Tarihteki diğer pek çok trendde olduğu gibi bu trend de tersine çevrilebilir. Sosyalizmin “bir doğa yasası kadar kaçınılmaz” olarak geleceğine dair Marksist dogma, herhangi bir kanıtı olmayan keyfi bir tahminden başka bir şey değildir.

Ancak bu boş kehanetin yalnızca Marksistler arasında değil, aynı zamanda Marksist olmayan pek çok kişi arasında sahip olduğu prestij, sosyalizmin ilerlemesinin başlıca aracıdır. Aksi takdirde sosyalist tehdide cesurca karşı koyacak olanlarda çaresizliği yaymaktadır. Sovyet Rusya’nın en güçlü müttefiki, “geleceğin dalgası”nın bizi sosyalizme taşıdığı ve bu nedenle piyasa ekonomisinin işleyişini giderek daha fazla kısıtlayan tüm önlemlere sempati duymanın “ilerici” olduğu doktrinidir.

Herhangi bir ulusun bugüne kadar ulaştığı en yüksek yaşam standardını bir asırlık “sağlam bireyciliğe” borçluolan bu ülkede bile kamuoyu serbest piyasa ekonomisini kınamaktadır.Son elli yılda kapitalizmi suçlayan, radikal müdahaleciliği, sosyal devleti ve sosyalizmi savunan binlerce kitap yayımlandı. Serbest piyasa ekonomisinin işleyişini layıkıyla açıklamaya çalışan az sayıdaki kitap halk tarafından pek dikkate alınmadı. Bu kitapların yazarları bilinmezken; Veblen, Commons, John Dewey ve Laski gibi yazarlar coşkuyla övülmektedir. Hollywood endüstrisinin yanı sıra Tiyatro’nun da serbest girişim konusunda birçok romandan daha az radikal bir eleştiriye sahip olmadığı iyi bilinen bir gerçektir. Bu ülkede, her sayısında ekonomik özgürlüğe öfkeyle saldıran pek çok süreli yayın vardır. İnsanların büyük çoğunluğuna iyi yiyecek ve ev, arabalar, buzdolapları, radyolar ve diğer ülkelerin vatandaşlarının ‘lüks’ dediği diğer şeyleri sağlayan sistemi savunacak neredeyse hiçbir fikir dergisi yoktur.

Bu durumun etkisi, özel girişim sistemini korumak için pratikte çok az şeyin yapılmasıdır. Sadece, özellikle yıkıcı bir önlemi bir süre erteledikleri zaman başarılı olduklarını düşünen orta yolcular var ve bunlar daima geri çekilme halindedirler. On ya da yirmi yıl önce tartışılmaz sayılabilecek önlemlere bugün katlanıyorlar. Birkaç yıl içinde, bugün kesinlikle söz konusu olamayacağını düşündükleri diğer önlemleri de kabul edeceklerdir. Totaliter sosyalizmin gelişini engelleyebilecek şey yalnızca ideolojilerdeki köklü bir değişikliktir.

İhtiyacımız olan şey ne anti-sosyalizm ne de anti-komünizmdir; çağımızı geçmiş çağların nispeten sıkıntılı koşullarından ayıran tüm zenginliği borçlu olduğumuz bu sistemin açık ve olumlu bir şekilde onaylanmasıdır.

Çeviri: Furkan Yelgen

Kaynakça:

  1. Vladimir Lenin, Devlet ve Devrim (Küçük Lenin Kütüphanesi No. 14, New York, 1932), s. 84.

  2. Vladimir Lenin, Devlet ve Devrim (Küçük Lenin Kütüphanesi No. 14, New York, 1932), s. 44.

Yazar Hakkında